enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,5274
EURO
34,7716
ALTIN
2.490,92
BIST
9.524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Cuma Hafif Yağmurlu
14°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
19°C

En Hoş Şiirler: Türk Edebiyatında Lisanlara Destan Olmuş Manalı 26 Şiir

Her duyguyu tanım edebilecek bir şiir vardır edebiyatta. İçimizden geçen her hissin kelamlara dökülmüş halidir şiirler… Ülkemizde o denli şairler …

En Hoş Şiirler: Türk Edebiyatında Lisanlara Destan Olmuş Manalı 26 Şiir
25/10/2022 14:12
148
A+
A-
Her duyguyu tanım edebilecek bir şiir vardır edebiyatta. İçimizden geçen her hissin kelamlara dökülmüş halidir şiirler… Ülkemizde o denli şairler unutulmaz şiirler kaleme almıştır ki; dilimizin ucuna gelenleri söyleyemesek bile bizleri tam olarak anlatabilir. İşte bizler de tam olarak hislerimize tercüman olabilecek ve vakit geçse de unutulmaması gerek şiirleri sizler için derledik. 

Keyifli okumalar…

1. Sessiz Gemi – Yahya Kemal Beyatlı

s 668a63555fa6e93db6f6ddb740eca2e2380e244e

Artık demir almak günü gelmişse vakitten, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş üzere sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol. Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli. Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu! Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu! Dünyada sevilmiş ve seven beyhude bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler. Birçok gidenin her biri mutlu ki yerinden, Birçok yıllar geçti; dönen yok seferinden.

2. Kıssa – Cahit Külebi

s cd52b1d97defb55f1f10e7adffa6985eeb48401a

Senin dudakların pembeEllerin beyaz,Al tut ellerimi bebekTut biraz!

Benim doğduğum köylerdeCeviz ağaçları yoktu,Ben bu yüzden serinliğe hasretimOkşa biraz!

Benim doğduğum köylerdeBuğday tarlaları yoktu,Dağıt saçlarını bebekSavur biraz!

Benim doğduğum köyleriAkşamları eşkıyalar basardı.Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmemKonuş biraz!

Benim doğduğum köylerdeKuzey rüzgârları eserdi,Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktırÖp biraz!

Sen Türkiye üzere aydınlık ve güzelsin!Benim doğduğum köyler de hoştu,Sen de anlat doğduğun yerleri,Anlat biraz!

3. Çakıl – Bedri Rahmi Eyüboğlu

s eb503527cace868e14d147cb34ad01aca4c2557f

Seni düşünürken

Bir çakıl taşı ısınır içimde

Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar

Bir gelincik açılır ansızın

Bir gelincik sinsi sinsi kanar

Seni düşünürken

Bir erik ağacı doruktan tırnağa donanır

Deliler üzere dönmeğe başlar

Döndükçe yumak yumak çözülür

Çözüldükçe ufalır küçülür

Çekirdeği şimdi süt bağlamış

Masmavi bir erik kesilir ağzımda

Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken

Bir çakıl taşı ısınır içimde.

4. Mor Külhani – Ece Ayhan

s d260eeb81c2c1ca12638e59306de35f50d18c275

1. Şiirimiz karadır abiler 

Kendi kendine çalan bir davul zurna Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan Taşınır mal helalarında kara kamunun Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir 

Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler 

2. Şiirimiz her işi yapar abiler 

Valde Atik’te Eski Şair Çıkmazı’nda oturur Saçları bir kelamla örülür bir kelamla çözülür Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta Saatlerini çıkarmış yedi kısma gerilmesinin şiiridir 

Dirim kısa mevt uzundur cehennette herhal abiler 

3. Şiirimiz gül kurutur abiler 

Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga’ya kaçan Gamze şeyli pek güzel benli son oğlunu Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir 

Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler 

4. Şiirimiz erkek emzirir abiler 

İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun Kinleri şimdi tüfek biçimini bulamamış olmakla Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir 

Böylesi haftalık fotoğraflar görür ve bacaklanır abiler 

5. Şiirimiz mor külhanidir abiler 

Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir 

Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler 

6. Şiirimiz kentten içeridir abiler 

Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir Bir kent vefatın denizine kayar dragomanlarıyla 

Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur ağabeyler?

5. İlkyaz – Gülten Akın

s a526a5af1b2df1e2d3fbfcd96963b68ef71199ef

Ah, kimselerin vakti yokDurup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlarEvler çocuklar mezarlar çizerek dünyayaYitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mıBakıp kapatıyorlarGeceye giriyor türküler ve ince şeyler

‘Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşıBir dev oluyorsun deniz deniz denizsisin dere ağızlarından sokulup akşamlarıFındıklarımızı basıyorNeyleriz kararan tomurcuklarıÇocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun birazTecimenlere yalvarıyoruz:Bir ‘Hotel’ bir bilinmeyen evlenme az çizinizBir banka az çiziniz bir yalvarmaBizden size ve sizden dışardakilere

Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye-Evet efendim-Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeyeBizler gidiyoruz yatağımız ilaha emanetYazların motorlu çingeneleri

Ah, kimselerin vakti yokDurup ince şeyleri anlamaya

Baba konutları, birinci defa girilen ırmağa dönüşToprağa tutku, kendinden dolayıKulaklarımızı tıkıyoruz: Para para paraKulaklarımızı açıyoruz: Hengame arbede kavgaSorar tahminen biri: Arbede ancak neden kavgaKomşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde-Bilmiyoruz neden arbede.

Sonra kasabanın cezaevindeSilgimizi göz önüne yerleştiriyoruzGünlerimiz iterek genişletiyoruzYer açıyoruz karılarımızı düşünmeyeBizsiz geçen menevşeyi düşünmeye

Durup ince şeyleri anlatmayaKimselerin vakti olmasa daOkulların bayan öğretmencikleriTatil günlerini çoğaltsalar daKutsal nemiz varsa onun adınaGözlerimiz için bağlar dokusalar daBirikimler ve çizgiler gittikçe gitgideAçmaya ilkyaz çiçekleri

Bir gün birileri öte geçelerdenIslık çalar cevap veririz

6. Gidişini Anlatıyorum – Rıfat Ilgaz

s 785476b2631d573eb470af72145acb5a4c76517b

Sen gidiyorsun ya işine yetişmek içinSaçlarını, gözlerini, elleriniNeyin varsa toplayıp gidiyorsun yaHer seferinde bir şey unutuyorsun sıcakTermometrede yükselen çizgi çizgiKim bilir nerelerde soğuyorsun

Senin gözbebeklerin var ya bayan kadın gülenİnsan insan bakan gözbebeklerinBeni tutsa tutsa gözlerin meblağ ayaktaBeni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder

Ne gelirse onlardan gelir banaÇalışma gücü yaşama direnciMutluluk üzere kazanılması zorMutluluk üzere yitirilmesi kolay

Bir açarsın ki mutluyumBir kaparsın her şey elimden gitmiş

7. İz – Birhan Keskin

s 527d2dce7fbcc8fc881dcc08870ea8015d6ff8ec

acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsunizlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitilibenden savrulan modüller kurusa da,izleri var hala yolun kenarında.

izini sür yolun, acının ormanı büyütür insanıvakit geniştir, ufuk sandığından daha yakınacıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,ustası olacaksın içine gerdiğin tellerinhangi sızıyla titrer içinde, hangi seslebüyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.

ne vakitti bilmiyorum. yaşadıklarından sanakalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğunyerde fırtına koparan endişe. kendi sarmalındadöndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksinkalsan da bir yer için, aslında daima gidiyorsun.

şimdi, acının ormanından geçiyorsunher şey bir daha kanasa dane geçtiğin yola ne sana dokunabilirim bengeç meleğim, senin de müziklerin olsuniçindeki telleri titreten.

8. Of Not Being A Jew – İsmet Özel

s 63a159f20e616103e3b7f6fca43054f9806b0ff4

İniyorum kulelerinden katil iniyorum maktul minarelerden taraçadan, bahçeden ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane canlıların korka korka uzandıkları zemin ağzımda kef iki gözIerimde mil iniyorum kulelerinden katil. Körüm, o halde karanlık niçin benden kaçıyor? Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan beni çağırmaktadır? Göklerin çökeltisinden ayrıca soy toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin iniyorum kirli eteklerine beni emziren kaltak şehrin iniyorum lakin indirilmedim iniyorum çalıntı tahtımı terk ederek arada bir çehremi dalgalandıran karaltı vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için indiğim yerde beni bir bekleyen yok indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim puslu, çapraşık, koklanmamış ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı benimle açsaydı ağırdan tükeniş faslını mızrap. Yağmurun yoldaşı denebilir mi bana? Ne dökülüş inişimde, ne çakış… Yalnızca o çetrefil aralama zahmetine katlanarak iniyorum kızları utandıran iç çekişle erkekleri boğan kasvetle iniyorum. Öfkemdi başlattı yolu ısrara gerek var deyip durdu şehvetim istemedi doğurmak bu türlü bir uğraşı tabiat tarih onu tanımazlıktan geldi bir dövüş olsaydı sonunda tahminen gevşerdi hırsım belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra ama ben hınca hınç bekçisi kalacağım burçlarımın sonunda yükü bıraktığıma yanacağım. İniyor ve inliyorum nereye bir kucak dolusu sonluluk sorgusu getiriyorsam oraya bir kucak da getiriyorum bir kucak yalnızca genç ve canlı değil bir kucak yalnızca yaşlı ve yorgun değil bir kucak yalnızca erkek ve vakur değil bir kucak yalnızca kıvrak ve dişi değil bir kucak yalnızca kavruk ve intikamcı değil bir kucak yalnızca gürbüz ve atak değil bir kucak yalnızca üzgün ve dindar değil bir kucak yalnızca pak ve sevecen değil bir kucak yalnızca pis ve sırnaşık değil bir kucak yalnızca cömert ve sıcak değil bir kucak yalnızca sancılı ve keskin değil bir kucak yalnızca umursamaz ve bezgin değil bir kucak yalnızca öksüz ve çolak değil bir kucak sadece bir kucak açılınca açıkları kapatan acıkınca doyuran ve doyurunca nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü darası alınmaz yüküm bu benim kayda geçirilemez, narhı konulmaz resmen ve alenen söz yordamı yok gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır dizimin dermanıdır o buradan gelir cesaretim bende bu kucak olduktan sonra iyi yahut makûs ne yapılabilir kendi hayatı aleyhine binlerce kere dolap çevirmiş olan bana? Bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak her sevincimi viran eden bu hayvan yalanlar içinde boğulmamı önlüyor ondan kurtulacak olursam biliyorum beni yaşamakla coşturan bir kaynak keşfederim ondan kurtulduğum an bütün boyutlarımı kaybederim. Önceleri, acemiyken bu vaşak yokken daha yanıbaşımda okul müdürü veresiye satan bakkal kapıcı ve akrabaları dört farklı vefatla ölmeyi öğren demişlerdi bana dört bucakmış anlattıklarına bakılırsa dünya omzun güneş kokuyor demişti kısa eteklikli kız o da omzuma bir şey konduracak kesinlikle. İşte o vakit bildimdi anladımdı o sıra ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim bu çuha, bu sicim elden çıkarsa acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi berbattır balkonda o güneşli sabahlar biraz açılmak için açıldığınız kırların aniden karşılaştığınız ırmakların ürpertisi ahmakça böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem benden iki bakışık parça çıkarmaya çabalayan boylam da berbat ipekli libas giymem, altın takınmam atımın eğerinde kaplan derisi yoktur çehreme âlâ baksalardı yırtılırdı uykularının zarı uykuluydular sinerken vücuduma kıraç dağlar bitek vadilerle bir arada ben derimi yumarken uykularına tutundular… Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek acılardır paylaşan çocukları gün geldi paylaşıldı acılar çocuklar paylaşıldı bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım gittim bir kuyudan su çektim halka boynumdan geçti geçti boynuma kemend d harfine bak dedim nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri harf ol harfle birlikte kıyam et harf of harfler ummanına bat çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin çünkü böndür altında kaldığım töhmet uğradığım kinayeler bön ve berbat. Evet, ilmektir boynumdaki ancak ben kimsenin kölesi değilim tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya tarantulaymış benim adım diyecek değilim tam düşecekken tutunduğum tuğlayı kendime rabb bellemiyeceğim razı değilim beni tanımayan tarihe beni sinesine sarmayan tabiattan istek dilenmeyeceğim. Gittim su çektim en derin kuyudan en hileli desteden kendi kartımı çektim yaktım belgeleri bütün şahitleri yok etmek için ricacıları öldürdüm onlar bu dumanlı dünyanın beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti özüm gelinceye kadar bana temas etmişti bu dokunuş parlatınca beni benden biraz dünya isteyen ricacıları öldürdüm ve kıtal bitti. Yazık. Yazık ki yazgımın boyası koyu. İnilecek kadar indim. Hayfa. Yine bir geçitteyim, tekrar bir liman kenti bura eskilerin tayfası yeniden daima buradalar hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar havada hayza benzeyen tıpkı koku binalara yaklaşırken eskisi gibi sıklet artıyor hâlâ ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları çocuk çığlıklarından tanıyorum bunlar bulutlara bakmak için penceresi evlerin bu da deniz hırs püsküren, toynak durduran deniz rezeleri yerlerinden oynatan vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz. Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı ufku muallâk deniz, bir yanımda kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât kimin yüzünü çevirdiysem hüznü de sevinci kadar ıskarta… Niye indim buraya ben? Boşuna mıydı yol boyunca benliğime musallat olan belâ? Bir çevrim tamamlandı mı artık? Yine mi döndüm başa? Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak kimse başa dönmemiştir, dönemez hele sen geçtiğin o ormanlar rüyalarındaki canavarlardan sonra çok uzaksın o ilk fırlatıldığın vakte. Aldanma bunlar tayfa değil burada doğdu hepsi denize hiç açılmadılar denizi sen kadar bile tanıyan yoktur aralarında her biri uzak bir beldeden geldi sanılsın istiyor yosmalar böylece saygın fahişeler arasına katışacaklar müptezel birer facire ofsalar da. Tecimenler, onlar da sahi değil onlar da olmayan tayfaların gemilerinden çıkan malları sattıklarına inandırmak istiyor şehrin acemi insanlarını. Sen ve yağmur. Başa dönemezsiniz. Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine. Yağmur yalnız yağarken yağmurdur sen yalnız senken sensin burada kalamazsın ve başa dönemezsin gitmek zorundasın kovalanan bir Yahudi gibi ama Museviler üzere kendinle kalamıyorsun her şey çok yetersiz senin için her şey sana çok fazla ayıklarsan ayık durabiliyorsun aranı açıyorsun kendinle eşyayı araladıkça uyanmanın bedeli serapları fedadır uykuyu tadayım dersen kâbusa dalmak değerine. Tarihe dersini vermen gerek yoldan ayrılamazsın yediremezsin sokulmayı kendine tabiatın apışaralarına ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu durdurabiliyor seni ne gürültülü bir havra. Yükün ağır. He’s so heavy just because he’s your brother. Kardeşlerin pogrom sana. Dostlarının eşiğine varınca başlıyor senin diasporan. Herkesin mazereti var, senin yok günahlı bir gölgenin serinliğinde biraz bekleyebilirsin, daha sonra burada kalamazsın, başa dönemezsin ama dön Eve dön! Müziğe dön! Kalbine dön! Şarkıya dön! Kalbine dön! Meskene dön! Kalbine dön! Meskene dön! Müziğe dön! Eve dönmek kendime sarkıntılık etmekten diğer nedir? orada, ortada bir beni yoklar intihara ayırdığım zamanlar bunlar pak, kül bırakan zamanlardır düzgün sabuklamalardan bana kalan.. Evde anlaşılmaz bir tını bilmem nereden gelir uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan? bilemem Yahudi değilim gizli bir yerde genizam yok bilemem insan nerenin yerlisidir ömrüm burada bütün Museviler gibi raflara hakikat, çekmecelere sahanlıklara hakikat geçti yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için bir sıvaydım kendime kendi ellerimde tıpkı Museviler gibi buraların yerlisi ben değilim. Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar ben müziğe dönünce boğazlarındaki boğum insanların epriyecek ve onun yerine her günkü işleri yaparken kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı kalbe gizlice batan kıymık geçecek şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya holokost neymiş meğer herkes bilecek. Kalbime döneceğim, lakin hangi yolla? Yedeğimdeki okunaksız şarapla lekelenmiş, solgun harita uyduruk bir şey mi bilmiyorum yoksa gerçekten definenin yeri gösteriliyor mu orada? Ama boşver… Nasıl bir ilgi olabilir kalbe dönmekle define bulmak ortasında? Lâkin ben inerken her dönemeçte bir modülünü ele geçirdiğim her molada, her zorlanışında nefesimin her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir nerelerde kıraçlaşır rahminde levendane öcün tohumları yatan gece güneşin şifa diye bilinen ışıkları nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir… Haritamda caddeyi ürpertiye açacak bir kaç kaçıktan öteki nirengi noktası yok. Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir bir cenaze kalkarken yağan yağmurun bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan. Yağmalar aşikâr ki kim bulsa defineyi, umurumda mı ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde canı sıkkın kızların yüzlerinden döşünden ahı kalmış delikanlıların dünyaya habire pörtleyeceğim evlerin olanca tınısı dindiği zaman kısıldığı vakit bütün müziklerin kanatları fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından. Yahudi değilsem bile bende Yahudalık da mı yok- Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?

9. Aşk – Cemal Süreya

s d1a12408854b4bf7046f2aa9b1ecec0b48b58985

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün düzgün uyanmıştık Sevgideydi birinci açılışı gözlerimizin yalnızca onaydı Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyorduŞurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, hoş laflı                                                             İstanbullarŞurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların                                                            dünyalarınÖyle düzeltici o denli yerine getiriciydi sevmekKi Karaköy köprüsüne yağmur yağarkenBıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecektiÇünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmayaBir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamızSeni bir kez öpsem ikinin hatırı kalıyorduİki sefer öpeyim desem üçün boynu bükükYüzünün bitip bedeninin başladığı yerdeMemelerin vardı göğüslerin kahramandı sonra Sonrası yeterlilik hoşluk.

10. Severmişim Halbuki – Nâzım Hikmet

s 0ee3f310c2b8241a72f08b0f9c0883d416939b26

yıl 62 mart 28

pırağ-berlin tireninde pencerenin yanındayım

akşam oluyor

dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş üzere inişinisevermişim meğer

akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim

toprağı severmişim meğer

toprağı sevdim diyebilir mi onu bir defa olsun sürmeyen

ben sürmedim

pılatonik biricik sevdam da buymuş meğer

meğer ırmağı severmişim

ister bu türlü kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerineteğinde

doruklarına şatolar kondurulmuş avrupa tepelerinin

ister uzasın göz alabildiğine dümdüz

bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremiyeceksin

bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkindenalabildiğine kısa

bilirim benden evvel duyulmuş bu keder

benden sonra da duyulacak

benden evvel söylenmiş bunların hepsi bin kere

benden sonra da söylenecek

gökyüzünü severmişim meğer

kapalı olsun açık olsun

borodino savaş alanında andırey’in sırtüstü seyrettiğigökkubbe

hapiste türkçeye çevirdim iki cildini savaşla barış’ın

kulağıma sesler geliyor

gökkubbeden değil meydan yerinden

gardiyanlar birini dövüyor yine

ağaçları severmişim meğer

çırılçıplak kayınlar moskova dolaylarında predelkino’dakışın çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar

kayınlar rus sayılıyor kavakları türk saydığımız gibi

izmir’in kavakları

dökülür yaprakları

bize de çakıcı derler

yar fidan boylum

yakarız konakları

ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çamdalına

ucu işlemeli

yolları severmişim meğer

asfaltını da

vera direksiyonda moskova’dan kırım’a gidiyoruz koktebel’e

asıl ismi göktepe ili

bir kapalı kutuda ikimiz

dünya akıyor iki yandan dışarıda dilsiz uzak

hiç kimseyle hiçbir vakit bu türlü yakın olmadım

eşkıyalar çıktı karşıma bolu’dan inerken gerede’ye kırmızıyolda ve yaşım on sekiz

yaylıda canımdan gayrı alacakları eşyam da yok

ve on sekizimde en kıymetsiz eşyamız canımızdır

bunu bir kez daha yazdımdı

çamurlu karanlık sokakta bata çıka karagöze gidiyorumramazan gecesi

önde körüklü kaat fener

belki bu türlü bir şey olmadı

belki bir yerlerde okudum sekiz yaşında bir oğlanın karagözegidişini ramazan gecesi istanbul’da dedesinin elinden tutup

dedesi fesli ve entarisinin üstüne samur yakalı kürkünügiymiş

ve harem ağasının elinde fener

ve benim içim içime sığmıyor sevinçten

çiçekler geldi aklıma her nedense

gelincikler kaktüsler fulyalar

istanbul’da kadıköy’de fulya tarlasında öptüm marika’yı

ağzı acıbadem kokuyor

yaşım on yedi

kolan vurdu yüreğim salıncak bulutlara girdi çıktı

çiçekleri severmişim meğer

üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948

yıldızları hatırladım

severmişim meğer

ister aşağıdan üste seyredip onları şaşıp kalayım

ister uçayım yanıbaşlarında

kosmos adamlarına sorularım var

çok daha iri iri mi gördüler yıldızları

kara kadifede koskocaman cevahirler miydiler

turuncuda kayısılar mı

kibirleniyor mu insan yıldızlara biraz daha yaklaşınca

renkli fotoğraflarını gördüm kosmosun ogonyok dergisinde

kızmayın lakin dostlar non figüratif mi desek soyut mu desekişte o soydan yağlı boyalara benziyordu kimisi yani dehşetli figüratif ve somut

insanın yüreği ağzına geliyor karşılarında

sınırsızlığı onlar hasretimizin aklımızın ellerimizin

onlara bakıp düşünebildim vefatı bile şu kadarcık kederduymadan

kosmosu severmişim meğer

gözümün önüne kar yağışı geliyor

ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de

meğer kar yağışını severmişim

güneşi severmişim meğer

şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile

güneş istanbul’da da kimi defa renkli kartpostallardaki gibibatar

ama onun fotoğrafını sen o denli yapmıyacaksın

meğer denizi severmişim

hem de nasıl

ama ayvazofski’nin denizleri bir yana

bulutları severmişim meğer

ister altlarında olayım ister üstlerinde

ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara

ayışığı geliyor aklıma en aygın baygını en yalancısı enküçük burjuvası

severmişim

yağmuru severmişim meğer

ağ üzere de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımdayüreğim beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın içinde veçıkar seyahate haritada çizilmemiş bir memlekete gider

yağmuru severmişim meğer

ama neden apansızın keşfettim bu sevdaları pırağ-berlintireninde yanında pencerenin

altıncı cıgaramı yaktığımdan mı

bir teki ölümdür benim için

moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye

saçları saman sarısı kirpikleri mavi

zifiri karanlıkta gidiyor tiren

zifiri karanlığı severmişim meğer

kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften

kıvılcımları severmişim meğer

meğer ne çok şeyi severmişim de altmışımda farkına vardımbunun

pırağ-berlin tireninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmezbir seyahate çıkmışım üzere seyrederek

11. Lavinia – Özdemir Asaf

s b9a48938ce6751aa296ac8814c0ec4fd76c1cf47

cocoandcashmere.files.wordpress.com

Sana gitme demeyeceğimÜşüyorsun ceketimi alGünün en hoş saatleri bunlarYanımda kal

Sana gitme demeyeceğimGene de sen bilirsinYalanlar istiyorsan palavralar söyleyeyimİncinirsin

Sana gitme demeyeceğimAma gitme LaviniaAdını gizleyeceğimSen de bilme Lavinia

12. Ben Sana Mecburum – Attila İlhan

s 83179471ae3c1ef66db86c7730419478c4055f49

Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh üzere aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu kent o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen mahrum.

Sevmek kimi vakit rezilce kaygılıdır İnsan bir akşam üstü apansız yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan Kimi vakit ellerini kırar tutkusu Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi vakit Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih’te fakir bir gramofon çalıyor Eski vakitlerden bir cuma çalıyor Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen mahrum.

Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem Bu kurtlar sofrasında tahminen sıkıntı Ayıpsız ama ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem Sus deyip isminle başlıyorum İçim sıra kımıldıyor saklı denizlerin Hayır öteki türlü olmayacak Ben sana mecburum bilemezsin.

13. Beklenen – Necip Fazıl Kısakürek

s cb42bade4e17aa83ef05e8c0e8e6535215ecdcf7

Ne hasta bekler sabahı, 

Ne taze ölüyü mezar, 

Ne de şeytan bir günahı, 

Seni beklediğim kadar. 

Geçti, istemem gelmeni, 

Yokluğunda buldum seni; 

Bırak vehmimde gölgeni, 

Gelme, artık neye fayda?.. 

14. Ömür Hanımla Güz Konuşmaları – Şükrü Erbaş

s 8a6c1bac36187fbd275c00d6a1f7dd8c97dc480f

…Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor yol yordam. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün şartları hazır. Nedenini bilmediğim bir sıkıntı akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı… ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri dehşet, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can kasveti mıdır Ömür hanım?

Her şeyi uygun yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, ümitsizliği yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, memnunluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz düşünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, bu türlü bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir manası varsa bitişi göze almak, bitişin bir manası varsa başlangıcı olmak değil midir? Ömrü düz bir çizgide tutmak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı ters uçlar ortasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça vakit zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?

Yağmur yağıyor Ömür hanım…gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına…Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta üzere eriyip gidiyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?

Dönelim…Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır…Olsun dönelim biz yeniden de. Bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Konutlara dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. Ölçüsüz yaşamak bize nazaran değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sonlarımızı genişletmek istedikçe hayatın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bu kadar olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylelikle.

Yaşama sevinci ismine bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir ömrün manası? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak ismine, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı vaktin derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından öbür ne ki? Ömürse gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama… Değil mi yoksa?

Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, hasretlerim, büyük beklentilerim olmadı. Şartlarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes üzere yaşasaydım şayet, hayatı onlar üzere görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha birçok eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, ‘dar etraf yitikleri’nde ehemmiyet kazanmaya…

Oysa ben bir akşamüzeri oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. O denli bir tüketmek ki, sonucu orijinal bir ‘ben’e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde…Bir ben ki tüm alakaların perde ardını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım?

Susmak yalnızlığın ana lisanıdır, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Kelamın sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük…Yalnızım Ömür hanım, geceler uzunluğu akıp giden ırmaklar üzere karanlıklar içre, o denli yitik, o denli üzgün, yalnızım…Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?

Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, o denli çok konuşuyorlar ki…Bir kelam insanın neresinden doğar dersiniz? Lisanından mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir diğer beşerde? Yerini bulur mu hakikaten? Kelamı yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı…Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada kelam boşluğu dövmekten diğer ne işe yarıyor ki? İmkanı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi lisanları yerine, her şey daha palavrasız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan alakalarından. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya…

Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma daima birebir kelamları, tıpkı sesleri duymaktan. Belirsizlik hoştur, de örneğin, mutlaklık berbat. Sessizlik sesten -hele de aktüel ve kof-  her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir beşere. Dünyanın adap tarz ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler daima görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür…Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizideğişmek çirkinleştirir de.

Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden ıstırap verir vakit, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sonu hatası yoktur; istemek ömrün resen sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz…

Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilgide bir kesimimiz kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, karşıt yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak…Kıyılarımız hislerimizin uzunluğunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde…O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pencereye…Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük şuur, bu sığ yürek, bu ezbere hayatla.

Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su…Sızar iğneucu gözeneklerinden vaktin, bir içim serinlik bir yudum memnunluk için. Ve bir gün mevtin balkonundan…dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık…Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de…

Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün kalıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi tekrar. Tabiat birebir oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?

Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir…Belki de yerde sürünmenin bir reaksiyonudur bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir karşıt olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?

Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik ismine,ben geçtim…Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak bağlantıların gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kırıklarıyla anımsasın beşerler, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile… Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa yanlışsız, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

15. Yerçekimli Karanfil – Edip Cansever

s 267dcc432ba39fbb01126b845a03a0d470177109

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde 

Oysaki seninle hoş olmak var Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. 

Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir diğerine veriyorsun daha güzel O diğeri yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele. 

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk Birleşiyoruz sessizce.

16. Göğe Bakma Durağı – Turgut Uyar

s 4676c504eb4fccb863cfe3ec9ec6e49974a87fea

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalımŞu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarındanBebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarındanDurmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtarŞu aranıp duran korkak ellerimi tutBu konutları atla bu konutları de bunları daGöğe bakalım

Falanca durağa artık geliriz göğe bakalımİnecek var deriz otobüs durur inerizBu karanlık bu türlü yeterli afferin TanrıyaHerkes uyusun uygun oluyor hoşlanıyorumHırsızlar polisler açlar toklar uyusunHerkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumamHerkes yokken biz oluruz biz uyumıyalımNasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklardaBeni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalımTuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorumBu senin eski vakit gözlerin yalnız üzere ağaçlar üzere Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyorSeni aldım bu sunturlu yere getirdimSayısız penceren vardı bir bir kapattımBana dönesin diye bir bir kapattımŞimdi otobüs gelir biner giderizDönmiyeceğimiz bir yer beğen öteki türlüsü güçBir ellerin bir ellerim kâfi belliyelim yetsinSeni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlatDurma kendini hatırlat Durma göğe bakalım

17. İstanbul’u Dinliyorum – Orhan Veli

s 8c09f350927e0b25da94c1600155aafafb8c7f27

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalıÖnce hafifçe bir rüzgar esiyor;Yavaş yavaş sallanıyorYapraklar, ağaçlarda;Uzaklarda, çok uzaklarda,Sucuların hiç durmayan çıngıraklarıİstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Kuşlar geçiyor, derken;Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.Ağlar çekiliyor dalyanlarda;Bir bayanın suya değiyor ayakları;İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Serin serin KapalıçarşıCıvıl cıvıl MahmutpaşaGüvercin dolu avlularÇekiç sesleri geliyor doklardanGüzelim bahar rüzgarında ter kokuları;İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Başımda eski alemlerin sarhoşluğuLoş kayıkhaneleriyle bir yalı;Dinmiş lodosların uğultusu içindeİstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Bir yosma geçiyor kaldırımdan;Küfürler, müzikler, türküler, laf atmalar.Birşey düşüyor elinden yere;Bir gül olmalı;İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasındanKalbinin vuruşundan anlıyorum;İstanbul’u dinliyorum.

18. Hasretinden Prangalar Eskittim – Ahmed Arif

s 04d6c6a36ce4eb707614b5052498cb683e919ebb

   Seni, anlatabilmek seni.   Âlâ çocuklara, kahramanlara.   Seni anlatabilmek seni,   Namussuza, halden bilmeze,   Kahpe palavraya.

   Ard- arda kaç zemheri,   Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.   Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…              Bir ben uyumadım,   Kaç leylim bahar,   Hasretinden prangalar eskittim.   Saçlarına kan gülleri takayım,   Bir o yana    Bir bu yana…

   Seni bağırabilsem seni,   Tabansız kuyulara,   Akan yıldıza,   Bir kibrit çöpüne varana,   Okyanusun en ıssız dalgasına   Düşmüş bir kibrit çöpüne.

   Yitirmiş tılsımını birinci sevmelerin,   Yitirmiş öpücükleri,   Hissesi yok, apansız inen akşamlardan,   Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,   Seni anlatabilsem seni…   Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır   Üşüyorum, kapama gözlerini...

19. Yağmur – Tevfik Fikret

s 765d86d49059ab2091fc3339ff78d871dad0bf4a

Küçük, muttarid, muhteriz darbeler Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz Olur dembedem nevha-ger, nagme-saz Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz Küçük, muttarid, muhteriz darbeler… 

Sokaklarda seylabeler ağlaşır Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır; 

Bulutlar karardıkça zerrata bir Ağır, muhtazır dalgalanmak gelir; 

Bürür bir soğuk, gölge etrafı daima, Numayan olur gündüzün nısf-ı şeb. 

Söner artık, manzur olurken demin Hayulası karşımda bir alemin. 

Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere; Bakıldıkça vahşet çöker yerlere. 

Geçer boş sokaktan, hayalet üzere, Şitaban u puşide-ser bir sabi; 

O dem leyl-i yadımda, solgun, tebah, Surur bir bayan bir rıda-yı siyah 

Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek! – Susarlar, uzaktan ulur bir köpek. 

Öter guş-ı ruhumda boş bir enin, Boğuk bir tezad-ı sukun u tanın; 

Küçük, pür heves, gevherin katreler Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz Olur muttasıl nevha-ger, nağme-saz Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz Küçük, pür heves, gevherin katreler…

20. Kuğu Ezgisi – Nilgün Marmara

s 738dcf24636bfa622a51d18faf8730c489d74e0e

Kuğuların mevt öncesi ezgileri şiirlerim, Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı bekçi gizleri. 

Ne vakittir ertelediğim her acı, Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi, -bu şiir – Sendelerken ömrüm ve bilinmez taraflarım, Dost kalmak zorunda bana ve sizlere! 

Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o, uykusunu bölen derin dilekten. Büyüsünü bir içtenlikten alırsa Kendi saf şiddetini yaşar artık, -bu şiir – Kuramadığım hoşlukların sessiz görünümü, ulaşılamayanın boyun eğen yansısı, Sevda ile seslenir sizlere!

21. Gazel (Beni Candan Usandırdı) – Fuzûlî

s 0374633682fcc4fe5d5cda4f9445da3a1f13b2d1

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı?Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı?

Kamu bîmârına cânan devâ-yı derd eder ihsan,Niçin kılmaz bana derman beni bîmâr sanmaz mı?

Şeb-i hicran yanar cânım töker kan çeşm-i giryânım,Uyarır halkı efgaanım kara bahtım uyanmaz mı?

Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlı akar su,Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı?

Gamım pinhan dutardım ben dediler yâre kıl rûşenDisem ol bi-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı?

Değilim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil.Bana ta’neyleyen gaafil seni görgeç utanmaz mı?

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemişe halka rüsvâdır,Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı?

22. Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım – Didem Madak

s 9e0da262ed1bd83b33e3f8ff6d55926c263304fa

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyuncaAlt katında uyumayı bir ranzanınÜst katında çocukluğum…Kâğıttan gemiler yaptım kalbimdenKi hiçbiri karşıya ulaşmazdı.Aşk diyorsunuz,limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!

Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyuncaHavı dökülmüş yerlerine yüzümünBüyük bir aşk yamadımHayırYüzüme parıltı inmedi, yüzüm ziyaya indi bayımGözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardıTesbih tanelerim bitse gözyaşlarım…Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.Aşk diyorsunuz yaBen istemenin Allahını bilirim bayım!

Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyuncaBalkona yorgun çamaşırlar asmayKi uçlarından sıkıntı damlardı.Güneşte nane kurutmayı</stro

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.